Hayatta başarıya giden yol inanmışlıktan geçiyor.
İnanmışlık adanmışlığı getiriyor.
Bu, şirketlerde de, takımlarda da, siyasette de geçerli.
Lidere düşen, inandırmak ve inandırmak.
Sonra motive etmek. Takım ruhu oluşturmak.
Bakın A Milli Futbol takımımıza. Nice turnuvalarda başarı şansını hep ıskaladık. Neden? RUH EKSİKLİĞİNDEN.
Hatırlayın, nasıl eleştirdik o maçlardan sonra?
‘Ruhsuz bu milli takım’ dedik. ‘Bu futbolcularda milli ruh yok’ dedik.
Hatta voleyboldaki kızlarımızla gurur duyarken nasıl karşılaştırıyorduk?
‘Voleybol takımımızda ruh var. Dünya şampiyonlarıyla rakip oldukları maçlarda bile o ruhla oynuyorlar. Kaybetseler dahi son ana kadar mücadeleyi bırakmıyorlardı.’
Nitekim o duygu birlikteliği, o takım olma bilinci şampiyonlukları getirdi.
Şimdi Montella’ya bakın.
Kısa sürede öyle bir takım oluşturdu ki…
Önce zafere inanan, sonra birbirine güvenen ve dayanışan bir takım…
Hep vurguladığı ‘milli duyguyu, o ruhu’ oyunculara aşılayan bir teknik patron.
Her hareketiyle, her sözüyle zafere inanan biri olduğunu futbolcularına gösteriyor. Önce kendisi motive. Sonra oyuncularının ‘hayatına dokunduğu’ besbelli. İçten biri. Sonra ‘bir lider için’ en elzem özelliklerden: iletişim becerisi. İçten, samimi, etkili, anlaşılır ve karşılıklı iletişim. Montella’da bunu görüyoruz. Üstten bakan değil, ezen veya kendisini ezdiren hiç değil.
Başarıya ortak; istenmeyen sonuç karşısında panik olan değil, soğukkanlılıkla kriz yöneten ve sorumluluk paylaşan.
Bir de ‘odaklanma meselesi’ var.
İyi öğreti ‘Başarıya odaklanmayın’ diyor. Sonuca takılmayın. O nasılsa gelecek. Sakın ola paraya da fokuslanmayın. Siz insana odaklanın. Ortak anlam üretmeye. Birlikte yaşam ve çalışma modeline. Ortak dil geliştirmeye. Gerisi kolay.
Kaç haftadır spor programlarını izliyorum. Montella dönemi milli takımını. Ve gelecek yaz gideceğimiz Almanya’daki Avrupa Şampiyonasını. Montella’nın bana düşündürdükleri işte bunlar.